5 Ocak 2013 Cumartesi

NOHUT


Yağmurun yağıp yağmadığını, karşıdaki gecekondunun damında birikmiş suda oluşan halkaların büyüklüğünden anlayabiliyorlardı. Bir sonraki şimşeğin ne taraftaki kara bulutların arasından çakacağını tahmin etmeye çalışmak çok keyifliydi. Ve bu şimşeğin önce yüzlerini daha sonra içinde bulundukları odayı ne kadar aydınlattığına göre az sonra duyulacak olan gök gürültüsünün şiddetini kestiriyorlardı. Bütün bu olayları kalın perde ve hemen önündeki tül perdeyi aralamış, pervazda üşüyen dirsekleriyle izliyorlardı. Dirseklerinin hemen yanında tüm bu olanları, eski bir yoğurt kabı içinde pamuklara sarılmış bir nohut da izlemekteydi. O kabın içindekinin sadece filizlenmeyi bekleyen bir nohut olduğunu söylemek sanırım bu ikili için biraz acımasızlık olurdu. Onların hayattaki şimdilik en büyük sorumlulukları olan bu nohut için her gün okuldan gelir gelmez yeni bir pamuk parçası koparır, nohutun bir bebeğin altını değiştirircesine günlük bakımını yaparlardı. Gördüğü ilgiye karşılıksız kalmayan nohut her gün biraz daha filizleniyordu. Şimşeği ve gök gürültüsünü yaklaşık yarım saat kadar büyük bir ilgi ve neşe içinde izleyen bu ikili sıkılmış olacak ki önce kalın sonra da tül perdeyi örterek odaya döndüler. Odayı çeşitli konumlara atanmış mumlar aydınlatıyordu. Televizyonun, ikiliği koltuğun yanındaki sehpanın ve yemek masasının (evde yemek yenenle televizyon izlenen ayrı ayrı odalar olmadığı için odada büyük bir yer kaplayan ) üstündeki mumlar. Odada 1950’lerden kalma koyu kahve neredeyse siyaha yakın renkte iki büyük dolap vardı. Aslında eski bir sokak arasında kirada oturan bir memurun ailesinin evi olduğunu düşünürsek bu evin, o iki kitaplığın da azami ne kadar büyük olduğunu siz düşünün. Ama bu iki çocuk için devasa dolaplar olduğunu söyleyebiliriz. Dolaplardan birinin raflarında kitaplar doluydu ve kitapların olduğu rafın hemen üstünde iki adet göz bulunmaktaydı. Bu gözler bir kısım tarihi geçmiş bir kısım da çocuklar tarafından asla anlaşılamayan garip isimli ilaçlarla doluydu. Dolabın zemine basan ayaklarının etrafında toz kütleleri oluşmuştu. Yerdeki eskimiş halıflexin üstünde dolabın zaman zaman biraz ileri biraz geri gitmesi sonucu oluşmuş küçük kareler vardı. Bu karelerin çapıyla dolabın ayaklarının çapı, Sindirellanın ayaklarıyla prensin elinde kapı kapı dolaştırdığı ayakkabının çapı arasındaki orandan bir farkı yoktu.
Dolabın evin küçük oğlu için ayrı bir önemi vardı çünkü babası düzenli aralıklarla onu bu dolaba yaslayarak, onun dik ve sabit durmasını ister ve elindeki cetveli kafasına hizalayarak dolaba bir çentik atardı. Daha sonra bu çentik eldeki cetvelle ölçülürdü. Bu her ölçüm dolapta yeni bir çizik bırakıyordu.
Yağmurun şiddetinin azalmasıyla çocukların neşesi de azalmaya başlamıştı. Onlar her gök gürültüsünde, ertesi günkü okula gitme zorunluluğundan biraz daha uzaklaştıklarını hissediyor mutlu oluyorlardı oysa.  Az sonra elektrik de geldi. Neşeleri hepten yok olmuştu. Artık odadaki her cisim fazlasıyla gerçek ve bir o kadar da yıpranmıştı. Neyse ki nohut hala oradaydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder